14 Ağustos 2015 Cuma

Bir Derdim Var Bin Dermana Değişmem - İtirazım Var



“Oysa hakikat akılla ya da başka bir şeyle kavranılmaz; hakikatin ancak parçası olunur. Bunun için kurtul  geçmişinden, geleceğinden, aklından. Kainatta ne varsa şu anda oluyor görmüyor musun? Sadece burada, sadece şimdi. Gözlerini kapa, kalbini aç, aklını da bırak gitsin. Akıl dediğin şey, kafanda koca bir ağırlıktan başka ne ki?”


İtirazım Var’ı bir sene rötarla izledim ama niye bu kadar geç kalmışım diye hayıflanıp vakit kaybetmeyeceğim. Film bitince iyi ki izlemişim duygusu daha ağır bastı çünkü, neden geç kaldığım ile ilgilenmedim. Eğer siz de hala izlemediyseniz, hele bir de bunun sebebi Leyla ile Mecnun’u pek sevmemeniz veya Onur Ünlü’nün tarzından hoşlanmamanızsa sakın inat etmeyin. Her ne kadar Onur Ünlü bu filmi, on film olarak tasarladığı Milli Cinayet Koleksiyonu’nun üçüncüsü olarak çekmiş olsa da İtirazım Var, ilk iki film olan Polis ve Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi ile kurulan denklemden çok farklı bir yerde.

Film saf haliyle bir polisiye ama söyledikleri itibariyle çok daha fazlasını veriyor. Sadece “Katil Kim?” sorusu ile ilgilenmiyor, çarpıklığın ve ahlaksızlığın din dâhil her alanda ne kadar benimsendiği ve normal görüldüğü ile ilgili bir derdi var. Tefeciler, rüşvetçi polisler, borçları yüzünden ölümü ve öldürmeyi göze alanların yakın ilişkileri ile kuruluyor hikâye ve cinayeti çözüme kavuşturacak ipuçlarını elde etmekten çok bu ilişkilere, yani günahlara dair din üzerinden verilen ayarları kazıyoruz zihnimize.



Film cami görüntüleri ve Serkan Keskin’in yani cami imamı Selman Bulut’un saz çalıp Bir Derdim Var Bin Dermana Değişmem’i söylemesi ile başlıyor. Daha ilk sahneden Onur Ünlü vuruşuna başlıyor, devamının geleceğini bilerek memnuniyetle izlemeye devam ediyorum. Geliyor da, camide namaz sırasında biri öldürülüyor, mahallede hırdavat dükkânı olan Salih Kalyoncu, ve Selman’ı detektifliğe soyunmaya mecbur bırakan nur topu gibi bir cinayetimiz oluyor. Önce kanıtlar Selman Bulut’u buluyor, sonra kendini cinayete kadar hiç farkında olmadığı öyle garip ve pis ilişkilerin ortasında buluyor ki, biraz da saflığına ve kayıtsızlığına kızarak cinayetten çok bu ilişkileri çözmeyi kafaya takıyor.

Selman Bulut saz çalan –saz çalmayı öğrenmesi gerektiği için Sivas’ta görev yapmış-, satranç oynayan, eski boksör bir imam. ‘Neden tek tanrıya inanması gerektiği ile ilgili sorularına cevap bulabilmek için’ antropoloji yüksek lisansı yapmış, İncirlik Üssünde imam olarak görev yapmış. Dinin artık gelenekselleşen çarpıklığına, din adamlarının bizzat kendilerinin dini iktidara uygun hale getirmelerine itirazı var. Onur Ünlü bir röportajında Selman Bulut karakterinin bu kadar özelliği olmasının polisiye karakterinin gerekliliği olduğundan bahsediyor, cinayeti çözmeye soyunan birinin analitik düşünebilmesi gerekli, dövüşebilmesi gerekli, bu gerekliliklerin sonucunda satranç oynasın, eski boksör olsun gibi detaylar eklenmiş karaktere. Bu biraz da Selman Bulut’u küçük çapta bir süper kahraman konumuna sokuyor, bilgece laflar eden, akıllı, defalarca ölümden dönen ama hiçbir süper gücü de olmayan bir kahraman. Bu kahramanlık özellikleri yüzünden oluşan “Yok ya böyle biri olamaz!” tepkisine rağmen işin içinde Serkan Keskin olunca Selman Bulut ekranda hiç de yazılmış bir karakter gibi durmuyor. Serkan Keskin öyle olağanüstü oynuyor ki bir film karakteri değil gerçek biri var sanki ekranda. Akıldaki imam ifadesinden çok farklı olsa da – ki Selman Bulut karakteri de aklımızdaki imam örneğinden çok farklı zaten – inandırıcılık yönünden Erkan Can’ın Takva’daki performansı ile anılmaya yakışan bir oyunculuk izliyoruz.

Selman Bulut karakterinin denklemlerle oluşturulmasının neden olabileceği gerçeküstülüğün, oyunculuğun doğallığıyla dengelenmesine benzer bir durum filmin genelinde de var. Film polisiye kurgu açısından kurallara çok uygun bir şekilde ilerliyor, bunun yarattığı vasatlık ise Onur Ünlü’nün asıl derdini anlattığı diyaloglarla bertaraf ediliyor.

Birbirine güzel geçmiş olduğu için iki farklı film izlenimi uyandırmasa da filmin bir polisiye kısmı var -cinayetin çözülmesine doğru giderken ortaya çıkan gerçekler-, bir de çarpık düzen ve gelenekselleştirilen din anlayışına karşı itirazın vurgulandığı –imamın farkına vardığı gerçekler karşısındaki tepkilerini belirttiği- kısmı var.

Polisiye kısmı fazla tatmin edici değil. Heyecanlı ancak düz bir ilerleyişi var. İnsanı meraklandırmıyor da şaşırtmıyor da, olaylar oldukça tahmin edilebilir. Katili bulmaya çalışırken ulaşılan ipuçları ve ilişkiler ağı çoğu zaman filmin diğer söylemek istediklerinin derdiyle arada kaynıyor. Çok fazla gönderme var, bahsedilmesinden memnun olduğumuz konulara değinse de sürekli farklı bir şeyler söyleme telaşı var, bu da ana konuya olan ilginizi kaybetmenize neden olabiliyor. Daha sakin bir film olmasını tercih ederdim, bu haliyle sürekli koşturmaca içinde ilerleyen bir film olmuş.

Bu koşturmacaya rağmen filmin – ve Selman Bulut’un – söyledikleri akılda kalıyor, çok düşündürücü ve etkileyici. Ana eksende faiz haramdır üzerinden ekonomik düzenin çarpıklığı ve bu çarpıklığın benimsenip düzen tarafından da destekleniyor olmasına vuruyor. Bu da Onur Ünlü’nün tefecilerle bizzat yaşadığı deneyimlerinden çıkmış aslında. Polis filmini çekmek için aldığı 100-150 bin TL civarı parayı, faiziyle 1 milyondan fazla olarak ödemek zorunda kalınca, Sırrı Süreya Önder tefecilerin şerefsizliklerini yazmayı önermiş. Onur Ünlü’nün uzun zamandır aklında olan “Bir imam cinayete karışsa ne olur?” hikâyesi ile de birleşince ortaya İtirazım Var çıkmış. Filmin hikâyesi Onur Ünlü ve Sırrı Süreya Önder’e ait. Senaryo ise Onur Ünlü’nün.

450


Ekonomik çarpıklığın yanı sıra hayata dair diğer konularda da gelenekselleşmiş bozuk düzene, dinin iktidara göre biçimlendirerek desteklediği, normal gösterdiği düzene de itiraz ediyor ve diyaloglar bu itirazlar etrafında ilerliyor. Ancak yine de –Serkan Keskin’in filmin başından beri söylediği metindeki gibi- bu kadar çok bahsedilmesine rağmen akıl ve kalbin birlikteliği biraz es geçilmiş. Hakikat akılla kavranılmaz ama aklıyla çözdüğü cinayet ve kalbini açarak vakıf oldukları arasında bir uçurum var.

Bu açıdan özellikle Selman Bulut’un replikleri, söyledikleri çok güzel. Bir kitap okur ve karakterin söylediklerinin çoğunu not alırsınız ya, Selman Bulut da öyle bir karakter olmuş. Neyse ki tanışıklığımız kısa sürmeyecek, Selman Bulut’lu bir film daha izleyeceğiz. Onur Ünlü bir imam aşık olursa ne olacağını çok merak ettiğini ve bununla ilgili de bir film yapacağını söyledi. Yeni film gelene kadar ben İtirazım Var’ı bir iki kere daha izlerim :).

Polisiye kısmı bir yana -benim için filmin kolay izlenmesini sağlayan eğlenceli kısmıydı-, İtirazım Var benim din ile ilgili düşüncelerimi bir yoluna koymaya yardımcı olduğu için çok özel bir film olarak kalacak.

Mutlaka izleyin.


SPOILER

Polisiye kısmından çok Selman Bulut’un diyaloglarını çok sevdim filmde. O yüzden onları es geçmek istemiyorum, yazının buradan sonrasına filmi izleyenlerle devam edelim :).

Serkan Keskin harika oynuyor, karakterin hiçbir özelliğinin, hiçbir repliğinin inandırıcılığını sorgulamadım. Sadece Selman Bulut, Serkan Keskin’in göründüğünden daha yaşlı bir adam, filmi izlerken imamın yaşı ile ilgili sıkıntım oldu. Komisere oğlum demesi, Süpermen’e baba gibi yaklaşması bana biraz imam tavrı gibi gelmişti ama aslında karakter yaş itibariyle de baba modunda. Ben özellikle cinayet masasından Cihan ile olan diyaloglarını çok sevdim.

- Düşünüyorum sadece. Günah mı?
- Değil.
- Niye? Dövmek istiyorum.
- Dövemiyon ama.
- Dövemiyom değil, dövmüyorum.
- O zaman günah.
- Niye?
- Dövememek merhametten, dövmemek kibirden. Kibir çok büyük günah.


Zaten Selman, barış içinde bulunma, huzur, erinç demekmiş. Selman Bulut’un her lafı ismine uygun. Sorguda “Sen kimsin?” diye soran Cihan’a “Allah’ın günahkar bir kuluyum.” diye cevap vermesi  de, mat olunca “Çok şükür kaybettik.” demesi de hissettiği tevazunun karşılığı gibi.

Bu arada satranç oynadığı A.’nın Allah olması bana da çok mantıklı gelmişti, sonunda kaybettiğine şükretmesi, darda kaldığında A.’nın onu kurtarması yüzünden, ama Onur Ünlü’nün geçen gün bir söyleşisini izledim. Filmin Londra gösteriminden sonra Onur Ünlü ve Serkan Keskin izleyenlerin sorularını yanıtladı ve BBC Türkçe hesabı periscope’dan canlı yayın yaptı. Burada Onur Ünlü daha izleyicinin sormasına fırsat vermeden “O Allah değil.” diye yanıt verdi :).

Bir de Selman Bulut’un diyanetin hoşuna gitmeyecek her çıkışı hem bilgece hem de çok espiriliydi. Diyanet görevlilerin yüzleri değiştikçe ben izlerken mutlu oldum :). Kalıba sokulmuş, bozulmuş İslam öğretilerine karşı şu an dinin en tanıdık otoritesi konumunda olan diyanetin karşısında söyledikleri, itirazlarını en güzel dile getireceği yerdi. Kızına “imam nikahı rezalet vesikası değildir” ve “sokayım imamına” diye çıkışı ve tabi ki vaaz sahnesi.

453


Vaazın yazarı ise daha önce tanımayanların (ben) Antikapitalist Müslümanlar ile Gezi’de tanıdığı İhsan Eliaçık.

"İhtiyaçtan fazla mal haramdır, hırsızlıktır. Altın ve gümüş, yoksullar üzerinde hegemonya kurmak için kullanılıyor. İnfak edilmiyor. Mülkte şirk koşuluyor. Kırkta bir diye bir şey tutturulmuş gidiyor. Komşusu açken tok yatmamak için zengin mahallelerine taşınanlar var. Peki sokaktaki açtan, yoksuldan haberiniz var mı? Bu dinin klasik fıkıh anlayışı, yeryüzünün sokaklarında aç gezen 1 milyar insan için ne diyor?

O fıkıh, Ömer’i vuranların, Ebuzer’i çöle gömenlerin, Ali’yi hançerleyenlerin, Hüseyin’i susuz bırakanların, Medine’yi yağmalayarak 900 sahabe kadınına tecavüz edenlerin ve Kabe’yi mancınıkla ateşe verenlerin fıkhıdır.

O fıkıhtan bir şey çıkmaz. O, zenginlerin, kodamanların, cariye ve köle sahibi olma peşine düşmüşlerin fıkhıdır. Sultanların, harem ağalarının, zindandan İmam-ı Azam’ın kırbaçtan morarmış cesedini çıkaranların, kırkta bircilerin fıkhıdır. Ebuzer Ğıfari’nin dediği gibi ‘Geceyi aç geçirip de kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim.' ''

Vaaz sahnesi favoriydi ama benim aklımda asıl Selman’ın imamlığı ile ilgili Gökhan’a söylediği cümle kaldı:
“Oğlum ben de Muaviye’nin imamı değilim ya!”

Bir de benim filmi izlerken fark etmediğim, sonrasında röportajlarda bahsedildiğinde farkettiğim cesedin kokması durumu çok ilgimi çekti. Tefeci öldürüldükten sonra ceset berbat bir şekilde kokuyor, aslında o kadar kısa sürede çürüyüp kokmaya başlaması mümkün değil. Buradaki gönderme tefecileri zor bir ölümün beklediğine dairmiş, ölmeden önceki kokuşmuşluğunu cesedinin çabuk bozulmasıyla devam ettiriyor.

Polisiye kısmı açısından ise söylenecek çok fazla şey yok. Film kurallara çok uygun ilerliyordu. Maktulun olabilecek tüm pisliklere bulaşması, katilin haklı görülebilecek sebebi ve çok yakından çıkması. Kötü bir polisiye hikayesi değildi ama diğer noktalar o kadar derin ve akılda kalıcıydı ki, cinayetten çok da bahsetmek gelmiyor içimden :).

Kitap olsa defalarca elime alıp sevdiğim kısımları -Selman'ın diyaloglarını- okuyacağım bir filmdi. Mutlaka izleyin.
SPOILER


0 yorum:

Yorum Gönder