24 Kasım 2015 Salı

Hamlet, Benedict Cumberbatch, National Theatre Live


Bu gözler pazar akşamı – beyaz perdede de olsa – Hamlet’i oynayan Benedict Cumberbatch’i izledi. Şimdi de gelmiş klasik bir ofis gününde maillerle boğuşuyor :/. Ama iş güç bile oyunun etkisinden çıkaramadı beni, sadece Benedict Cumberbatch yüzünden değil tabii ki, Hamlet’in bu şekilde sahneye koyulabileceğini hayal bile edememişim daha çok bu yüzden.

Erkanda gördüklerim hayallerimi zorlasa da, proje uzun süredir yapılmasının hayalini kurduğum bir şeydi aslında: ünlü tiyatro oyunlarının hatta sahne şovlarının sinemada gösterilmesi. Gerçi ben hayalini kurduğum sırada bu yapılıyormuş zaten de, Türkiye’de tanışmamız Salon İKSV sayesinde oldu.



National Theatre Live projesi ile Hamlet, Fareler ve İnsanlar, Skylight oyunlarının Salon İKSV’de gösterileceğini duyduğumda heyecandan ne olduğunu pek de araştırmadım, hemen bilet satış tarihi için telefona, bilgisayara, Outlook’a hatırlatma koydum. Biletlerin genel satışa çıktığı gün ise Biletix’te tükenmiş biletlerin varmış gibi gözükmesi ile geçen iki saatlik zorlu bir süreci, bilet alamayarak  tamamladım :). Ama bu iki saatlik uğraş benim için güzel bir deneyim oldu, akşamüzeri açılan ek seanslar için internet sitesinde vakit kaybetmeden telefona sarıldım ve kalan son iki bileti call centerdan alabildim.

Pazar günü ise etkinlik günü geldi çattı ve tüm bu uğraş, sinir harbi ve salona dizilmiş rahatsız sandalyelerde üç saat oturmak bile oyunu izlerken aklımdan uçtu gitti.

Böyle bir aktiviteye dâhil olabildiğimiz için şanlı hissetsek de aslında az şanslı insanlar arasındayız. En şanslılar sanırım bir sene öncesinde tükenmiş biletlere sahip olup oyunu canlı izleyebilenler.

Evet bir sene öncesinden satışa çıkan biletler dakikalar içinde tükenmiş. Bu rekorun Benedict Cumberbatch sayesinde kırılmış olduğunda ise herkes hemfikir.



Lyndsey Turner’ın yönettiği oyun 5 Ağustos – 31 Ekim tarihleri arasında on iki hafta boyunca Londra Barbican Theatre’da sahnelenmiş. Üçüncüye söylüyorum ama bir sene öncesinden biletler tükenmiş :). 15 Ekim’deki oyunda ise kamera kaydı yapılarak birçok farklı ülkedeki sinemalarda canlı yayınla gösterilmiş. İngiltere’de hemen hemen tüm sinemaları kapsayan bu proje ile (daha fazla sinema salonunda gösterilebilmesi için Perşembe günkü oyun tercih edilmiş.) 25 ülkede 225.000 kişi oyunu canlı yayınla izleyebilme fırsatı bulmuş. Bu 225.000 kişi de tahmin edersiniz daha az şanslı ama yine de baya bir şanslı olan kitleyi oluşturuyor :).

Türkiye gösteriminden de anlaşılacağı üzere proje canlı yayın ile sınırlı değil. Hatta 15 Ekim akşamını takip eden saatlerde, Japonya ve Amerika gibi saat farkının fazla olduğu ülkelerde bant kaydı gösterime girmiş. Ve hala birçok ülkede farklı sinemalarda gösterimler devam ediyor.

Biz sinemada izleyebilecek kadar bile şanslı olamasak da oyun o kadar muhteşemdi ki küçük salon ve sandalyelere de razı geldik. Beyazperdeden bu kadar etkilendiysem oyuna gitsem haftalarca kendime gelemezdim herhalde.

Oyun broşürü için özel çekilmiş bir fotoğraf değil bu, izlediğimiz kayıttan bir kare :).

Bu büyüyü yaratmakta kamera kaydının profesyonelliğinin etkisi tabi ki çok büyük. Canlı yayın deyince aklınıza oyun sırasında kurulan iki kamera ile verilen görüntüler gelmesin sakın. Kamera kaydının yapılacağı oyunun provaları ayrı yapılmış ve oyuncuların duracağı yerler ve kamera açıları birbirine göre ayarlanmış. Kamera açıları o kadar yerindeydi ki, seyircilerin öksürükleri olmasa özel olarak kayıt için oynanmış bir oyun izlediğimizi düşünecektim. Sahnenin tümünü gösteren bir kayıt değildi. Ne zaman genel açı olacağı, ne zaman yakın çekimlere geçileceği ise çok yerinde ayarlanmıştı. Buna rağmen görüntü değişimlerinin sıklığı da çok fazla değildi, değişip duran kamera açıları yüzünden tiyatronun büyüsünden kopmadık. Hatta yakın çekimlerin varlığı beyaz perdenin soğukluğunu almış, kendimizi biraz daha orada hissetmemize yardımcı olmuştu diyebilirim. Gerçi tüm sahneyi gösteren bir kamera açısını tercih edenler olacaktır, sonuçta tiyatronun bir güzelliği de sahnede olayın ilerlediği noktanın haricinde istediğin yere bakma özgürlüğüdür. Ama ben üç saat boyunca sadece iki sahnede “Başka yere bakmak istiyorum.” hissine kapıldım.

Ki bence yayındaki kameraya karar verirken bu başka yere bakma isteğini de göz önünde bulundurmuşlar. Çünkü dekor genellikle oyun sırasında oyunun bir parçası olarak değişiyordu ve bu değişimlerin hemen hepsini kayıtta da görebildik. Kamera bir oyuncuya odaklanmışken sonrasında genel plana geçtiğinde kaybolan bir eşyayı fark edip, arkasından “Nasıl çıkardılar bunu sahneden?” diye düşünmek durumunda kalmadım yani :).

Muazzam dekor ve bu canlı değişim de beni benden alan unsurlardan biriydi.



Oyun etrafında birkaç kutu, bir gramafon ile yerde oturup plak dinleyen Hamlet ile başladı. Arkasındaki duvar kalkıp sahne açığa çıktığında ise ağzım açık kaldı, o sırada salonda olsam ne hissederdim diye merak ettiğim anlardan biriydi.

Kocaman bir salona açıldı sahne. Duvarda askeri portreler ve kılıçlar, sahnenin sol tarafında kalan sahanlıktan inen geniş bir merdiven. Fotoğraf biraz bulanık ama merdivenlerin yanında kalan kısımda on kişilik bir kocaman bir şölen masası ve piyano rahatça duruyordu desem büyüklüğü ile ilgili bir fikriniz olur sanırım. Mimar olan ağbimi asıl hayrete düşeren o masayı oyun sırasında bir kez sağ tarafa bir kez de arka tarafa doğru dümdüz bir şekilde iterek sahneden çıkarmaları oldu. “Eğer masanın fark etmediğimiz özel bir düzeneği yoksa, demek ki arkada ve yanda masa kadar bir boşluk daha var.” dediğinde fark ettim ben de :).



İlk perdenin sonunda Kral Claudius’un monoloğundan sonra sahneye siyah bulutların doluşu masalsıydı. İkinci perde ise simsiyah çamurlara bulanmış dekor ile açıldı.



İkinci perdedeki siyah dekor ve karanlık ya da daha öncesinde Hamlet’in oyuncak kalesi gibi, yönetmen Lyndsey Turner’ın sahneye koyduğu farklılıkları gereksiz bulan eleştirmenler var. Ben olaya o kadar eleştirel gözle bakamadığım için büyük ihtimal ne yapsalar kabul edecektim sanırım :). Ama asıllara fazla sadık biri olarak beni rahatsız edecek kadar farklılık yoktu. Sonuçta klasikler söz konusu olunca söylenen o klasik görüşe katılıyorum, Hamlet 400 yıllık bir oyun ve metine dokunulması değil belki ama her dönemde sahneye konuluşunda yenilikler olması gerekli.


Oyun ile ilgili görüş ayrılıklarına rağmen, Benedict Cumberbatch’in en iyi modern Hamlet’ler arasında olduğundaysa eleştirmenler hem fikir gibi görünüyor. Hatta bir eleştiride Benedict Cumberbatch için “Üç yıldızlı bir şova sıkışmış beş yıldızlı bir Hamlet” dendiğine rastladım :).



Benedict Cumberbatch’in oyunculuğunun da bağlı olduğu bu farklı Hamlet’i sevdim ben. “To be or not to be” repliğinin yer değiştirmesi, Hamlet’in oyuncak bir kale içinde oynayışı gibi beklenmedik detaylarla şaşırttı. Danimarka prensi Hamlet’in Trajedisine dokunmadan, yine de şaşırtmaktan geri kalmayan bir uyarlama olmuştu. Bu şaşırtıcı detaylar ile oyuncuların tavrı birleşince Hamlet ile ilk defa karşılaşıyormuş gibi hissettim.
Karakter olarak da genç, hatta büyümemekte direnen, kolejli bir Hamlet vardı karşımızda. Spor ayakkabıları, kapüşonlu montları, tişörtleri ve kurşun asker kıyafeti ile günümüzdeki prototipe çok uygun bir veliaht, hatta prensten çok bir holding sahibinin oğlu gibiydi.

Aslında Benedict Cumberbatch’in nasıl bir Hamlet olacağını tahmin etmek için Hobbit’teki Smaug’u nasıl canlandırdığına dair şu videoyu izleyebilirsiniz. Her duygusunu her değişimini açıkça izledik. Karşımızda da tüm oyunda bir yönü ağır basan (genellikle karamsarlık) bir Hamlet yerine büyüyen ve değişen bir Hamlet vardı.



İlk sahnelerde babasının kurban gittiği cinayeti açıklayan hayaletine inanmamaktan çok, sorumluluk almaktan çekindiği için eyleme geçmeyen, üzerindeki bakışları defetmek için deli taklidi yapan Hamlet’i izledik. Zaman zaman büründüğü akıllı hallerinden birinde cinayeti amcasının işlediğinden emin olmak için tiyatro tuzağını kurdu, ama burada bile hala oyun oynayan bir erkek çocuğu gibiydi.

Cinayetten emin olduktan sonra karamsar ve kendisi ile savaşı başlayan Hamlet geldi. Babasının intikamını ne zaman, nasıl alacaktı?

846


İkinci perdede sürüldüğü Elsinore’a geri dönmeyi başardığında ise gelen artık büyümüş bir Hamlet’ti. Fortinbras’ın askerlerini gördüğünde “ I see the imminent deaths of 20.000 men.” cümlesini koca bir adam söylüyordu artık. İkinci perdede ise olgun, kederli ve sorununu çözmeye kararlı bir Hamlet vardı artık. Hamlet’in geçirdiği tüm bu değişimler Benedict Cumberbatch’in oyunculuğu ile öyle gerçekçi göründü ki oyunu izledikten sonra hiçbir açıklamaya gerek duymadım. Bazen bana böyle oluyor çünkü, izlediğim bir tiyatro oyunu ya da filmden sonra, bazı şeyleri eleştirileri ve özetleri okuduğumda anlayabiliyorum ancak. İzlerken karakterin değişimini kaçırmış oluyorum, sebebi benim dikkatsizliğim de olabiliyor oyuncunun saklaması da. Benedict Cumberbatch ise o kadar net bir oyun ortaya koymuştu ki hiçbir açıklamaya gerek duymuyordu.



Ciarán Hinds - Kral Claudius

Hep benedictten bahsettik ama diğer oyuncular da harikaydı tabii ki. Özellikle Kral Claudius’u oynayan Ciarán Hinds ve Ophelia, Sian Brooke. Sian Brooke, aklını yitirmiş Ophelia olarak sahneye öyle bir çıktı ki, karşımda yaşadıklarının ağırlığı altında gerçekten çıldırmış biri varmış gibi üzüldüm. Gerçekçiliği bir yana ama beyaz perdeden izlerken bile çok rahatsız edici ve ürperticiydi.




Canlı izlemenin yerini tutmayacaktır belki ama ben ekrandan izlediğim bir oyundan bu kadar etkilenebileceğimi tahmin etmemiştim. Belki bunda sinema ortamında izlemiş olmamızın etkisi vardır, daha önce izlediğim tiyatro kayıtları hep DVD idi çünkü. Gerçi salon küçük ve rahatsız da olsa oyunun büyüsü ile buna çok takılmadım. Perdenin üstüne yansıtılan altyazılar yüzünden boynumda ağrı ile çıktım oyundan ama şikayet etmek aklıma bile gelmedi :). Altyazılar için de Sabahhattin Eyüboğlu’nun Hamlet çevirisini referans almışlardı. Birebir aynısı değil ama, eve gelir gelmez YKY Hasan Ali Yücel Klasikleri dizisindeki bu çeviriyi okumaya başladığım için karşılaştırma fırsatı buldum. Oyun modernleştiğine göre Türkçe altyazıların da modernleşmesi gerekirdi, bence bu haliyle de güzeldi.

Hem Türkiye’de gösterilmiş olması hem de başlı başına projenin kendisi ise harika düşünülmüş. Farklı bir ülkedeki, bütçemiz nedeniyle görmemizin çok zor olduğu bir oyunu izleyebilmenin en mükemmel alternatifi bu olmalı. Geniş bir sinema salonunda canlı yayının yapıldığını da Türkiye’de görürüz umarım. Gerçi şimdilik oyunların DVD’sini çıkarsalar da yeterli olur bence :).


National Theatre Live/Hamlet
Barbican/Hamlet
Salon İKSV

0 yorum:

Yorum Gönder